28 Ocak 2020 Salı

yarin dündü.

Sürekli geçmişten bahsetmek, insani ne ileriye götürür ne de anı yaşamasına izin verir. Seni sadece hapseder. Sen de yetmiyormussun gibi bir kara delik gibi çevrendeki herkesi içine çeker. Tüm o acıların hataların pismanliklarin yaptiklarin yapamadiklarin bir hortum misali seni de sevenlerini de savurur bir yana. Ve hep bugünler geçmişteki hatalarin olmaya mahkum kalir. 

Geçmişi bugün düzeltemezsin, düzeltmeye çalıştığın her an için yarın da şimdiyi düzeltmeye çalışacaksın... 
Hatırla kim olduğunu, hisset tüm duygularını ve yaşa. Korkmadan, umutsuzluğa kapılmadan, yarın bugünü düzeltmeye çalışmaya zemin hazırlamadan; mutlu huzurlu sevgi dolu yaşa...
 ve kucakla.

25 Ocak 2017 Çarşamba

TOKLUK BOKLUK YOKLUK..



Birini anlatırken doğru kelimeyi bulamadım sözcüklerimin tükenmesinden miydi benim tükenmemden mi bilmiyorum. "Rahat" dedim olmadı, "rahatsız" dedim olmadı . Yoksa çok mu eşsizdi benzemez miydi kimseye ya da bir kelimeye bile. Hayır! Aslında anlatmak istediğim o bile değildi bana hissettirdikleriydi. Ne olursan kim olursan ol, karşındaki insana nasıl hissettirdiğin ile yargılanırsın. Kimi mükemmel hissettirirken -ki nedense bunlar görünmezlik iksiri olan insanlar ve duygulardır sanki, öyle hissediyorken bile sen dahil göremezsin bunu; kimisi bok gibi hissettirir. O bokluk hissi yokluk hissi ile eş değer. Oradasındır, ama görünmezsin; belki de sen ona mükemmel hissettirdiğin ya da hissettireceğindendir kim bilir. Görünmezliğin formülünü buldum sanırım; kişiye kendini mükemmel hissettirmek.. İşte bu bok gibi hissettiren zat-ı muhteremler bir de üstüne kendinin özgür,saygın,bilgili olduğunu zanneder belki de kendine öyle toktur ki seni "bok" zanneder. Neyse muhabbet iyice boka sarmadan son sözleri söyleyeyim konuyla ilgili...

Günümüzde özgür bir ruh taşıyor olmak; anı yaşadığını düşündürüyor insanlara. Anı yaşamanınsa bir adabı vardır, edepli anı yaşamak diye bir gerçek var ya da en azından olmalı diye düşünüyorum. İşte bu sözde saygın özgür arkadaşlarımızın hatası özgürlüğün tanımını bilmediklerinden geliyor sanırım, saygınlıklarını yitirdiklerini bilmeden bir insanı tanımadan tenini tanıma derdindeler bazen de.

Anı yaşayacaksın arkadaş evet; geçmişinden ders alarak yarınının olamayacağını bilerek. Seviyorsan seviyorum diyeceksin o an. Özlüyorsan gidip sarılacaksın. Anı yaşayacaksın kırıp dökmeden, karşındaki insanın anına ve yarınına zararlar vermeden; edepli , karakterli ve usul usul. 

Gelecek zaten gelecekken kimsenin bugünlerini yok etmeyin kaldı ki buna hakkınız da yok. 

Çay?

Saygılar...

Ays
25117




14 Mart 2016 Pazartesi

ATEŞ KALBİMİZİ YAKTI!!!

 Vapurda "neden ağlıyorsun kızım iyi misin" diye soran kişiye "Ankaralıyım" dediğimde yüzündeki ifadeyi gizleyemeyip yutkunarak korkuyla "var mı bir şey" diyebildi. Yanımızdaki herkesin bakışları üzerimize toplandı. Bu an bile her şeyi anlattı aslında...

Atamın yattığı yer, ülkemin başkenti, en güvenli yerdi Ankara. Bir zamanlar...
Ona rağmen ailemden en sık duyduğum cümle "tenhalarda gezme kızım, kalabalık ortamlarda buluşun arkadaşlarınla" Zaman ilerledikçe "kalabalık yerlere gitme" ye döndü bu cümle. Şimdilerde hiçbir şey söylenemiyor... Düşünsenize evinize giderken, hani o en güvenli sığınağınıza artık, otobüste, durakta, sokakta öldürülüyorsunuz; tespit bile edilemiyor... Şehrin her yerinde duyulabilecek şiddetli bir gürültüyle patlayan bomba tarafından paramparça ediliyorsunuz. Hem de en güvenilir yerde (!) başkentinde ülkenin, adı "Güvenpark" olan yerde. Geride kalanların yüreği paramparça...

Ülke sallanıyor, yürekler dağlanıyor; kar yağıyor kalplere, buz kesiyoruz. Korkuyla telefona sarılıp annenin babanın ablanın abinin yegenlerinin arkadaşlarının sesini duymak için nefesini tutup arıyorsun... Böyle bir acı yok, tarifi yok, tedavisi yok bu korkunun. Telefonu kapatıyorsun başka bir arkadaşın telaşlı arıyor belli ki koşuyor arkasında kalabalıklar , belli ki sadece koşmuyor kaçıyor. Ölümden, kendisini nerede beklediğini bilmediği ölümden. O an aklına sen gelmişsin üstelik İzmirdesin. Korkuyla açıyorsun telefonu daha birinci çalışı bitmeden "Ankarada değilsin dimi" diyor telefonun diğer tarafındaki ses. "değilim" derken bile sevinemiyor orda olmak onlara sımsıkı sarılmak istiyorsun. Korkuyorsun çünkü artık o sesleri bir daha duyamamaktan. Sarılmak istiyorsun daha henüz vaktin varken, ailene dostlarına anılarına yaşanmışlıklara hayallerine ... Kokusunu içine çekmek istiyorsun hepsinin birer birer.

Bir de madalyonun başka bir yüzü var ki, ne desem ne kadar yazsam az kalır hastane hastane canlarını, bitaneciklerini arayan insanların acısını nasıl tarif edebilirim ki... Nasıl...!!!

Bombalar şehrime memleketime, ateş kalbimize düştü ... Parçalanarak yanıyoruz...
Başımız sağ olsun Türkiye...


31 Aralık 2015 Perşembe

ÇAY SAKSIDA YETİŞMEZMİŞ.

Senelerdir pek çok yılbaşında arkadaşlarımla dışarıda zaman geçirmek, eğlenmek için ailemi evde yalnız bırakmışlığım vardır. Ya da bunun için çabalarım olmuştur.
Şimdiyse ailemden 100lerce km uzakta yaşarken, yılbaşında beraber olmak adına uçağıma koşarak yetişir oldum. Ankaraya adım attığımda gözümden akan yaşların sebebi soğuk değildi mesela. 

Hani her sene bir öncekinden iyi olsun masalı vardır ya, şimdi ayın 1i şuan. 01.01.2016 ehh ne değişti , kadehler indi kahkahalar azaldı, birden bire uykular bastı, ehh artık yeni yıla girdik dağılabilirizler başladı. Evet her sene olduğu gibi bu sene de uzaylılar gelmedi...

Bu sene herkesten, herzamankinden farklı bir şey yapıp; 2016 planlarımdan gelecekten hayallerden umutlardan bahsetmek yerine, 2015 e gideceğim ben. Ne 
yapmak istediğim değil ne yaptığım, neler yaşadığımla yüzleşiyorum buaralar evet.

Neden İzmir ? sorusunu o kadar duydum ki hayatımda cevap veremediğim belki de tek soruydu üstelik. "Biliyorum" benim sözümdür. Sorunun cevabıysa hep "bilmiyorum" oldu. Sanki ben değildim bunun kararını veren, sanki ben değildim tek bir bavulla birden bire çıkıp İzmire giden. 

Ağzımda o zaman da tek bir cevap vardı , saçma da olsa. "benim orada yaşayacağım bir şey var, iyi ya da kötü, o beni çekiyor, ona gidiyorum..." Varmış gerçekten... Yaşayacaklarım ve yaşayamayacaklarım... Vazgeçişlerim olacakmış, feda ettiklerim, özgürlüğümün esareti adlı hayatımda kanatlarını açmış tüm gücüyle uçmaya çalışan kuşun cama çarpışları gibi düşüşlerim de olacakmış. Bol kahkahalarım da.  İnanışlarım olacakmış ve en kötüsü insanları yeniden tanıyacakmışım. Hayal kırıklığı nedir onu öğrenecekmişim mesela...

Ve biliyor musunuz, mutfaktaki çay bitebilen birşeymiş de anne-babamız hep yerine biz farketmeden yenisini koyduklarından saksıda yetişiyor zannetmişiz belki de.
"Anne tek pazarım var neden peynir yok" sorusuna annemin sessizlikle verdiği o cevabı, işte şimdi biliyor ve bu gibi sessiz çığlıkların yankısıyla her fırsatta kokusunu içime çekmeye geliyorum.

Hoşça kal 2015...

6 Ekim 2015 Salı

"SEN BU SATIRLARI OKURKEN..."

Gizlice yazılmış; yastık altına, buzdolabı üstüne, masaya iliştirilmiş sen bu satırları okurken diye başlayan sevgi dolu iyi niyetlerle bezenmiş, içten notları bulduğumda yazan herkes çoktan gitmişti... Çünkü onların evi değildi yazdıkları yer, onların yuvası değildi; çünkü gitmeleri gerekiyordu. İlk giden bendim oysa ki. Sonra herkes benden gitti. Geldiler ve gittiler... 
Evimden evlerine... Evimden? Oysa burası benim bile evim değildi, evim sandığım sığınağımdı. Evim sandığım, yalnızlığımın dört duvar arasındaki çırpınışlarıydı. Evim dediğim, yuvam değildi.
Hayallerimdi bir zamanlar. Oysa hayal kurmak çok güzeldir, bazen gerçekleşene kadar...
Ben gittim, giderken birer birer kişilerin hayatından gittim. Ardımda kalanlar bir tek bana el sallarken, ben hepsine veda ettim. Zor olan kalmak değil, gitmekmiş. Kalanlarım giderken bir daha anladım; çünkü giderken kalıyor bazen insan. İşte öyle bir şey.
Gitmek kolay, ya sonrası?

18 Mayıs 2015 Pazartesi

MAVİNİN GÖLGESİ DE SİYAHTIR.

Bir kız vardı tenha sokaklarda yürüyen. Takip edildiğini bile bilmeden, kendi gölgesiyle raks eden. Üzerinde en sevdiği mavi elbisesiyle, bir şarkı mırıldanıyordu sesinin sessiz sokakta yankılanmasını bile umursamadan. Yüzünde hüzünle karışık garip bir gülümseme. Acı çekiyordu belli, sanki bundan zevk alır gibiydi. Bir damla biriktirmişti göz pınarlarına, akıtmamaya niyetli. Yer çekimine inatla. Kahkahaları karışıyordu bazen hüzünlerine gözlerinden yaşlar gelircesine gülüyordu anlamsızca çevresindeki herkesi kahkahalara boğup sıyrılıyordu aralarından. Hüznünü saklamayı başarmakta ustaydı. 
Bazen de kaçıyordu kendi gölgesinden bile öyle yalnız kalmak istiyordu. Maviyi arıyordu. Gökyüzünün altında... Ne acı diyordu, bunu derken bile gülümsüyordu. Hevesleri vardı arzuları hayalleri... Hem sıcak hem soğuk. Bazen bomboş ev ona dar geliyordu gecenin bir yarısı deniz kenarına atıyordu kendini. Hayal ettiği bir zamanlar buydu canı sıkılınca sahile inmek. Hadi diyordu in. İn de nasıl boş hayallerin varmış gör. Körfezin öbür yakasına bakıyordu gördüğü ne denizdi ne başka bir şey. Takip edildiğini bilmeden yaşıyordu. Takip edeni bilmeden. Anı kolleksiyoncusuyum derdi. Anıları peşinde gölge. 
Yaz gelmeden, kış gelecek diye günü yaşayamıyordu bazen; görsen nasıl da hayat dolu. İçinde kopan fırtınalardan habersizdi dünya. Mavi diyordu, mavinin gölgesi de siyahtır. Tıpkı herşey gibi.




17 Mayıs 2015 Pazar

DÜŞÜMDEKİ ADAM.

" Bir adam var düşümde,tam dokunacakken uyandırıldığım 
Bir adam,sonumuzun ne olacağını hiç öğrenemediğim 
Düşümde bir adam var,benim mi bilemediğim 
Bir adam var diyorum,düşünüp düşümden ayrı kaldığım..."


Ne yer yüzündeyim ne gökyüzünde. Ortak bir tat almaya çalışıyorum. Tadı kaçtı dünyanın, damak zevkim de değişti. Rejimdeyim...

Sağ elimle hayallerimi yazıp sol elimle sihirli değneklerimi tutuyorum, ayaklarım kal der gibi aklım çoktan firarda. Sadece kalbimdesin sevgilim, sarılamıyorum sana. Hoşçakal ya da şehrime gel. Zaten rejimleri hiç sevmem.