31 Aralık 2015 Perşembe

ÇAY SAKSIDA YETİŞMEZMİŞ.

Senelerdir pek çok yılbaşında arkadaşlarımla dışarıda zaman geçirmek, eğlenmek için ailemi evde yalnız bırakmışlığım vardır. Ya da bunun için çabalarım olmuştur.
Şimdiyse ailemden 100lerce km uzakta yaşarken, yılbaşında beraber olmak adına uçağıma koşarak yetişir oldum. Ankaraya adım attığımda gözümden akan yaşların sebebi soğuk değildi mesela. 

Hani her sene bir öncekinden iyi olsun masalı vardır ya, şimdi ayın 1i şuan. 01.01.2016 ehh ne değişti , kadehler indi kahkahalar azaldı, birden bire uykular bastı, ehh artık yeni yıla girdik dağılabilirizler başladı. Evet her sene olduğu gibi bu sene de uzaylılar gelmedi...

Bu sene herkesten, herzamankinden farklı bir şey yapıp; 2016 planlarımdan gelecekten hayallerden umutlardan bahsetmek yerine, 2015 e gideceğim ben. Ne 
yapmak istediğim değil ne yaptığım, neler yaşadığımla yüzleşiyorum buaralar evet.

Neden İzmir ? sorusunu o kadar duydum ki hayatımda cevap veremediğim belki de tek soruydu üstelik. "Biliyorum" benim sözümdür. Sorunun cevabıysa hep "bilmiyorum" oldu. Sanki ben değildim bunun kararını veren, sanki ben değildim tek bir bavulla birden bire çıkıp İzmire giden. 

Ağzımda o zaman da tek bir cevap vardı , saçma da olsa. "benim orada yaşayacağım bir şey var, iyi ya da kötü, o beni çekiyor, ona gidiyorum..." Varmış gerçekten... Yaşayacaklarım ve yaşayamayacaklarım... Vazgeçişlerim olacakmış, feda ettiklerim, özgürlüğümün esareti adlı hayatımda kanatlarını açmış tüm gücüyle uçmaya çalışan kuşun cama çarpışları gibi düşüşlerim de olacakmış. Bol kahkahalarım da.  İnanışlarım olacakmış ve en kötüsü insanları yeniden tanıyacakmışım. Hayal kırıklığı nedir onu öğrenecekmişim mesela...

Ve biliyor musunuz, mutfaktaki çay bitebilen birşeymiş de anne-babamız hep yerine biz farketmeden yenisini koyduklarından saksıda yetişiyor zannetmişiz belki de.
"Anne tek pazarım var neden peynir yok" sorusuna annemin sessizlikle verdiği o cevabı, işte şimdi biliyor ve bu gibi sessiz çığlıkların yankısıyla her fırsatta kokusunu içime çekmeye geliyorum.

Hoşça kal 2015...

6 Ekim 2015 Salı

"SEN BU SATIRLARI OKURKEN..."

Gizlice yazılmış; yastık altına, buzdolabı üstüne, masaya iliştirilmiş sen bu satırları okurken diye başlayan sevgi dolu iyi niyetlerle bezenmiş, içten notları bulduğumda yazan herkes çoktan gitmişti... Çünkü onların evi değildi yazdıkları yer, onların yuvası değildi; çünkü gitmeleri gerekiyordu. İlk giden bendim oysa ki. Sonra herkes benden gitti. Geldiler ve gittiler... 
Evimden evlerine... Evimden? Oysa burası benim bile evim değildi, evim sandığım sığınağımdı. Evim sandığım, yalnızlığımın dört duvar arasındaki çırpınışlarıydı. Evim dediğim, yuvam değildi.
Hayallerimdi bir zamanlar. Oysa hayal kurmak çok güzeldir, bazen gerçekleşene kadar...
Ben gittim, giderken birer birer kişilerin hayatından gittim. Ardımda kalanlar bir tek bana el sallarken, ben hepsine veda ettim. Zor olan kalmak değil, gitmekmiş. Kalanlarım giderken bir daha anladım; çünkü giderken kalıyor bazen insan. İşte öyle bir şey.
Gitmek kolay, ya sonrası?

18 Mayıs 2015 Pazartesi

MAVİNİN GÖLGESİ DE SİYAHTIR.

Bir kız vardı tenha sokaklarda yürüyen. Takip edildiğini bile bilmeden, kendi gölgesiyle raks eden. Üzerinde en sevdiği mavi elbisesiyle, bir şarkı mırıldanıyordu sesinin sessiz sokakta yankılanmasını bile umursamadan. Yüzünde hüzünle karışık garip bir gülümseme. Acı çekiyordu belli, sanki bundan zevk alır gibiydi. Bir damla biriktirmişti göz pınarlarına, akıtmamaya niyetli. Yer çekimine inatla. Kahkahaları karışıyordu bazen hüzünlerine gözlerinden yaşlar gelircesine gülüyordu anlamsızca çevresindeki herkesi kahkahalara boğup sıyrılıyordu aralarından. Hüznünü saklamayı başarmakta ustaydı. 
Bazen de kaçıyordu kendi gölgesinden bile öyle yalnız kalmak istiyordu. Maviyi arıyordu. Gökyüzünün altında... Ne acı diyordu, bunu derken bile gülümsüyordu. Hevesleri vardı arzuları hayalleri... Hem sıcak hem soğuk. Bazen bomboş ev ona dar geliyordu gecenin bir yarısı deniz kenarına atıyordu kendini. Hayal ettiği bir zamanlar buydu canı sıkılınca sahile inmek. Hadi diyordu in. İn de nasıl boş hayallerin varmış gör. Körfezin öbür yakasına bakıyordu gördüğü ne denizdi ne başka bir şey. Takip edildiğini bilmeden yaşıyordu. Takip edeni bilmeden. Anı kolleksiyoncusuyum derdi. Anıları peşinde gölge. 
Yaz gelmeden, kış gelecek diye günü yaşayamıyordu bazen; görsen nasıl da hayat dolu. İçinde kopan fırtınalardan habersizdi dünya. Mavi diyordu, mavinin gölgesi de siyahtır. Tıpkı herşey gibi.




17 Mayıs 2015 Pazar

DÜŞÜMDEKİ ADAM.

" Bir adam var düşümde,tam dokunacakken uyandırıldığım 
Bir adam,sonumuzun ne olacağını hiç öğrenemediğim 
Düşümde bir adam var,benim mi bilemediğim 
Bir adam var diyorum,düşünüp düşümden ayrı kaldığım..."


Ne yer yüzündeyim ne gökyüzünde. Ortak bir tat almaya çalışıyorum. Tadı kaçtı dünyanın, damak zevkim de değişti. Rejimdeyim...

Sağ elimle hayallerimi yazıp sol elimle sihirli değneklerimi tutuyorum, ayaklarım kal der gibi aklım çoktan firarda. Sadece kalbimdesin sevgilim, sarılamıyorum sana. Hoşçakal ya da şehrime gel. Zaten rejimleri hiç sevmem.

Neye Niyet Neye Kısmet!

Bir sırt çantasının içine bir hayatı sığdıramazsın belki ama o sırt çantasına hayallerini koyup yola çıktığında koca bir hayat kurabilirsin kendine; iyi ya da kötü tartışılır. Kimi zaman hayallerin yıkılır kimi zaman gerçekleşir. Ama o sırt çantasında taşıdığın hayallerin kadar ağırsındır bir o kadar da hafif. Hafif ve naif. Eskisi gibi değildir artık hiçbir şey. Ne sinirin kalmıştır ne de sınırın. Aşmışsındır kendini ve sınırlarını. Elindeki o pet şişe içindeki deniz suyunu deryalara katmışsındır bir deniz kenarında. Umutlarınla beraber dalgalara karışmıştır gözyaşlarını da biriktirdiğin deniz suyun. 

Oturur deniz kenarına yakarsın bir sigara. Neredeyim ne yapıyorum burada? Yoktur bazı soruların cevabı. Saat kulesi dersin, belki de hayatım orada başlayacak. Gider oturur insanların yüzlerini inceler hikayeler yazarsın. Hayallerinden ne kadar da uzaktalar. Bir kez daha yıkarsın hayallerini ellerinle. Sanki hiç olmayacaklarmış gibi. Kafanı kaldırır gökyüzüne bakarsın. Geldiğin yerde de var olan bundan değişik bir gökyüzü değildir çünkü. Kendini yeniden orada hissetmeye çalışırsın. Bir kuş gibi hayal edersin kendini, gökyüzüne özgürlüğe kanat çırpan bir kuş. Tam ivmeni almışken birden bire cama çarpıp düşen bir kuş gibi, hayallerinle gerçekliğin arasındaki camı göremezsin bazen. 

Koşarsın. Nereye koştuğunu bilmeden... Zaten neden burada olduğunu da bilmiyorsun ki koş o yüzden boşluğa dersin kendine. Koşarsın yorulursun düşersin. Seni biri kaldırır ayağa o ilk gördüğün insana bile öyle bir sarılır ağlarsın ki. Ne o seni bırakmak ister ne sen onu. Ama bırakacak elbette. Herkes gibi, sen gibi... Sen sanki herşeyini geriden bırakmadın mı dersin kendine. Bıraktın. O yüzden yürümeye devam edersin. Yine nereye olduğunu bilmeden ama artık yol tanıdıklaşmaya başlar. İnsanların yüzleri, yüzsüzlükleri gibi. Tanırsın bilirsin. Her gücünü kaybettiğinde daha da güçlenirsin. Yağmurun altında deliler gibi ağlarken, yanındakine sakın yanıma gelme diyebilecek kadar güçlenirsin. Yalnızsındır, onca kalabalığın içinde yapayalnız. Ve işte artık bir bireysindir yeniden, daha da güçlü. 

Aşık olursun, imkansıza. İmkansız diye bir şey senin için yoktur aslında ama bazı şeylere başından imkansız yaftasını vurursun. Çünkü artık bazı şeylere gücün kalmamıştır. Hani güçlenmiştim dersin, bu güçsüzlük de nereden çıktı.? O kadar kendinle meşgulsundur ki. İmkansız kılarsın bazen duyguları kendine. Ne zamanın vardır ne gücün.

Hayallerine ne mi olur? Gerçekleşmez. Ama yeniden biçimlenir. İşte bazen budur yaşamak.