20 Haziran 2014 Cuma

Aidiyet!

Bu dünyaya bu hayata ait değilim, olmadığımı düşünüyorum; bu nasıl anlatılır? Hangi betimleme, hangi edebi akım bunu dile getirmeye yeter? Retoriğin sınırlarını ne kadar zorlasam da başarılı olunamayacak bir duygu belki olgu...

Bir gök kuşağının tepesinde yaşayan bir peri olsaydım mesela, tek yoldaşım renkler olsaydı, yağmurun ardından çıkan.

Ya da bir bulut olsaydım, dağıldıkça şekil değiştiren. Herkes ne görüyorsa o olsaydım. Hoş insan da bir nevi öyle değil midir? "Ne renk olursa olsun kaşın gözün, karşındakinin gördüğüdür rengin" Kendini ne kadar anlatsan da anlamazlar ya hani bazen. Yalnızsındır hep işte en çok o zamanlarda. Bir ok gibi saplanır yüreğine, anlaşılamamak. Bu yüzdendir bu dünyaya ait olmadığımı düşünmelerim. Ne dersem diyeyim anlaşılamamak. Seviyorum diye haykırsam bile bencillikle suçlanmak. Sevmeler ne zamandır bencillikle nitelendirilir oldu, ben zamanın neresindeyim? Sevgi nereye gidiyordu ? Dostluk kalmış mıydı? Güven mesela güvensizlik en büyük problemim olmuşken , bir zerre bile olsa güven vereni arıyor olmak ironik!


Ait değilim işte, doğruyla yanlışı savaştıran bu toplumda; mutlak doğrunun olmadığı bir hayat sürerken bazı insanların diktatör gibi bir düşünceyi kabul ettirme çabalarını kabul edemiyorum. 

İnsanların artık gülümsememelerini, çıkar çatışmalarını, ego tatminlerini, sevgiyi harcama şekillerini, insanları kullanmalarını, hayal kırmayı meziyet sananları, saygısızları, anlayışsızlıkları, bazen kendimi kabullenemiyorum. 

Mızıkamı getir atlı, dünyanın sesi kısılmış! Fırçamı da getir rengi solmuş insanlar var

Ankara'dan Gemiler Kalkardı

Ankara'dan gemiler kalkardı her gece, bir terketme arzusu... Liman arardın gidecek, bir mavilik... Gökyüzünü yansıtacak bir mavilik karalar bağlamış bu şehirde. Şimşekler çakardı düşlerinin içine, fırtınalar kopuyordu alabora etmek için gemilerini ve kenetlenmeye hazır karanlık bulutlar semada... Ve bir yıldız göz kırpıyordu, bir martı süzülüyordu kanadında bir güvercinin. Umut taşıyordu... Sense bir ürkek kız bekliyordun gemilerini kıyısında düşlerinin. Deryalara dönüştürmek için elinde tuttuğun pet şişe içindeki deniz suyuyla... Ütopyalar güzeldi be, çok güzel...

Haziran,2014
Ays

Başka Türlü Bir Şey Benim İstediğim

Herkes yağmurda alelacele koşarken bir oraya bir buraya ; her bir damlasından keyif almak, dans etmek istiyorum. Varsın deli desinler bize, deli olmak istiyorum seninle Çocukken yaptığımız gibi, geçen uçaklara el sallamak istiyorumMızıka.. Mızıka çalmak sokaklarda durduk yere; hatta oturmak belki İstiklal'de bir kaldırıma.  Dondurma külahında para toplayıp hepsini bir çocuğa vermek istiyorumPamuk şeker yemek istiyorum... Yüzümüz gözümüz pespembe olsun hatta... Dönme dolaba binmek istiyorumm en tepesinde dünyaya haykırmak o an ne hissediyorsak onu...Balık tutalım da istiyorum, sonra onları denize geri atmak ama.Martılardan korkar mısın? Simit verelim istiyorum martılara...Sokak köpekleri eşlik etsin yollarda bize istiyorum, evet korkuyorum aslında ama yanımda ol istiyorum.Bakir bir koyda çadır kuralım istiyorum.Dünyayı gezmek istiyorum en salaş halimizle.Salaş bir meyhanede, bir büyük bitirmek istiyorum. Sonrasında "çay istiyoruuum" diye bağırmak istiyorum.Şiirler yazalım birbirimize, hani derler ya şairler yaşadığı aşkı o an yazamaz şiirlerinde diye; halt etmişler , yazalım biz istiyorum.Kimsenin göremediği sonsuz renkleri görelim istiyorum.Direnebilelim istiyorum bir de. Evet evet, seninle biber gazı da yemek istiyorum. Maskelerimizin altından gülümseyelim istiyorum birbirimize.Koşalım istiyorum en çok, ayçiçek tarlasında, sokakta, kumsalda...Evin içinde bile bir odadan diğer odaya geçerken ayrılmasın istiyorum ellerimiz.Hep bir aşk yaşayalım da istemiyorum.Kavga da edelim, beraber bir kavgamız da olsun istiyorum.Dostlarımız olsun istiyorum, gerçek dost. Dostum ol istiyorum... Sana hayran olmak istiyorum mesela, büyük adam ol istiyorum. Konuşurken ortamlarda öyle güçlü güçlü; işte bu ya! demek istiyorum.Senden çok şey öğrenmek, sana çok şey katmak istiyorum.Beraber ağlayabilmek istiyorum, saçma sapan bir sebep bile olsa...Doğayı birlikte kucaklayabilmek istiyorum. Ben de yaşatma arzusu varken öldürmeyi düşünme istiyorum.Aptallıklarımızda birbirimizi uyarmak istiyorum bunu ego savaşına döndürmemek istiyorum.Bana kızdığında, gözüne bakıp gülümsediğimde sana sarılmak üzere olduğumu anla istiyorum.Omuz çukurunda uyumak istiyorum bir de... Omuz çukurundan başlar aşk demişti bir arkadaşım...Seyahatler etmek istiyorum seninle, bilmediğimiz yerlere. Sokak çocuklarıyla dertleşebilmek istiyorum seninle...Sen ne istiyorsan onları da sonuna kadar yapalım istiyorum.Aşk'ım olmadan, dostum ol istiyorum ben! Hayatta ilk önceliğin aşk, para vs olsun istemiyorum.Hepsinden azar azar belki ama hepsinden olsun istiyorum.Hayatı beraber güzel kılmak istiyorum.Acısını ve tatlısını yaşarken hep aynı zevki alalım istiyorum.Tüm kötülüklere kafa tutalım beraber istiyorum.Hayatı hep sev istiyorum yaşamayı.. Arzularını hayallerini... Beni... Seni sevmek istiyorum...Var olmayan birine yazdığım bu yazıda, bir gün özne sen ol istiyorum. Sen daha gelmeden, bak bunları yazmıştım sana diyebileceğim bir insan ol istiyorum :) 

06.06.2014
Ays

3 Haziran 2014 Salı

AŞK'IN PRANGALARI

ve onlar, çok sevmiş sevilmiş, aşık olmuş aşktan soğumuşlardı... 
ve onlar, değer verdikleri tarafından yakılmışlardı
külleri üzerlerinde kalmış yıllanmış bir şarap gibi raflara kaldırmışlardı kalplerini
ve onlar, sevişirken bile geçmişten 
gelen inançsızlıkları taşıyorlardı tenlerinde
ve onlar, sevemeyecek aşık olamayacaklardı
ve onlar, ayaklarında geçmişin prangaları; özgürlük savunacaklardı...
kalplerinde bir kuş vardı, göğüs kafesinde hapsettikleri...
Bukowski'nin mavi kuşu gibi...
"bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm, kal,
diyorum ona, kimsenin
seni görmesine izin veremem. "
ve onlar, sevilmeye devam edeceklerdi ama buna kör yaşayacaklardı...
ve bir gün biri gelecek, ayı maviye boyayacaktı...
görmeyeceklerdi... çünkü;
ayaklarındaki aşk prangalardan ya da şehrin ışıklarına aşık olduklarından
yıldızları ayı gökyüzünü özgür kuşları
asla bilemeyeceklerdi...

Ays / 3614

http://www.youtube.com/watch?v=qHz-JqYRSu8



8 Nisan 2014 Salı

BİR MAVİYE AŞIK OLDUM

"Gökyüzünün altında maviyi özlemek diyorum, bu nasıl anlatılır?" Alıntı.

Okyanuslar kadar derin, tehlikeli, merak uyandıran
Gökyüzü kadar sonsuz.
Gözleri kadar büyülü
Bir maviye aşık oldum. /AYS./

İtiraf etmek gerekirse, başlığı attıktan sonra yaklaşık 25 dk kadar gülümsedim. 2-3 harf yazıp yazıp sildim. Hala gözlerimde bir damla yaş, yüzümde kocaman tebessüm. İçimden bir ses (ki eskiden kendilerini canavar olarak nitelendirirdim zira hiç güzel şeyler fısıldamazdı kulağıma) diyor ki; daha ne kadar anlatabilirdin ki herşeyin özeti başlıkta... Artık ne kadar tatlı bir iç sesim var :)

Her neyse. Değil mi ama daha nasıl açıklanabilirdi ki? Zaten o kadar yabancıyım ki maviye. Düşünüyorum da, neredeyse 27 yaşıma kadar mavi bir kıyafet almadım kendime. Mavi aşkıyla yanıp tutuşan insanları anlamaz üstüne üzerimde mutlaka her gün pembe bir şeyler bulundururdum. Bunların da aksine bir şarkı dinler ve hep şarkının "aşk ayı maviye boyamaktır" temasını vurguladığına inanırdım. Anlamını bilsem de, kendimi buna inandırmıştım.

Maviyi sevmeyen bir insan olarak (!?) bir gün bir yerde bir "mavi kuş" ile karşılaşacağıma inanırdım. Gerçekten sevmiyormuşum.! Hatta çok bilinçsizce, dövmesini bile yaptırmışım. O ironiye girmeyeceğim başka bir konu.

Ve bir gün...

Maviyi içten içe hissettiğim dönemlerde aslında dilimde mavinin olduğunu anladım. Şu son 4 yıldır.

Mavi kuş'um nerede?
Mavi balonum var benim.
Aşk ayı maviye boyamaktır.
Benim neden mavi kıyafetim yok?

Soruları kafamda dolanıp duruyordu.

Çünkü, bakışları bana değmişti artık. Bana baktığında aşk ile, sevgi ile evreni mavi evreni etrafımızda çevirebilecek güce sahip, keskin bakışları vardı. Okyanus kadar korkutucu, gökyüzü kadar sonsuz bakışları... Beni korkutup uzaklaştıran bakışları... Oturduğum yerde parmağıma kelebek konduran bakışları... Aşk dolu bakışları... Maviyle tanıştıran bakışları... Şuan benden uzak, ama içimi yakan bakışları... Gözlerimden yaşlar akıtan bakışları... Başka gözlere değecek olan bakışları...

Maviyi anladım ben dostlar. 
Maviyi yaşadım.
Maviyi aştım.
Mavi aşktım.
Maviye aşıktım.
Maviyi kararttım.

Ve şimdi ben, tüm renklerimi öldürdüm. Bir tek mavi kaldı bana. Kuş olup uçtu sonsuzluğa. Geriye içimde mavi bir boşluk, içimde mavi bir hüzün kaldı. Okyanus ile gökyüzünün birleştiği o noktada, maviye doymak için attığım her kulaç ile bir nefes daha veriyorum ömrümden... Ama mavi, maviye kavuşma arzusu... İçimdeki tüm canavarları öldüren, dingin su gibi maviyim ben de artık. Maviyi özlüyorum seviyorum...

Peki ya ...




10 Mart 2014 Pazartesi

SENİ KORUYACAK OLAN YİNE SENDEN BİRİDİR.

Şemsiyesini bazen evde bırakırdı Mina, özellikle sağanak yağışlarda. Herkes sokakta bulduğu bir yere sığınırken, yağmurun altında gökyüzüne bakarak yürümeyi çok severdi. Yağmur damlalarını hissetmek isterdi çünkü... Zihninde hep aynı şarkı çalardı yüzü hep gülümserdi ne kadar canı sıkkın da olsa...

Yine bir gün yağmur altında dolaştı sisli puslu Ankara gecesinde... Dilinde yine aynı şarkı aynı nakarat...

Sırılsıklam olmuş bir şekilde gitti otobüs durağına. Biri yanaştı yanına sislerin ardından. Şemsiye tuttu Mina'ya. Kırmızı bir şemsiye. Bahar geldi sandı Mina, aydınlandı sanki hava. Gök gürlemelerini duymadı bir an. Etrafına baktı kimse yoktu onlardan başka. Merhaba demek istedi, dökülmedi o 3 hece dudaklarından. Tek hecelik gücü vardı Mina'nın. Aşk! 

Gülümsüyordu karşısındaki. "Üşütüceksin" dedi. Çok tanıdık bir yüzdü. Geçmişten gelmişti sanki ya da gelecek gelmişti. Çok tanıdıktı. Ayna vardı adeta karşısında...

Bir otobüs yaklaştı yanlarına elinde kırmızı şemsiyeyle yalnız kaldı yine Mina. Binmişti Aşk otobüse. Aşk diyebilirdi ona çünkü adını bilmiyordu. Yeniden şimşekler çaktı yağmur hızlandı cadde hareketlendi. Elindeki şemsiyeye baktı Mina. Kırmızı. Hiç kırmızı şemsiyem olmamıştı diye düşündü eve gidene kadar.

Evine gittiğindeyse, hala kırmızı bir şemsiyesi yoktu... 

İSMİNİN ANLAMI KADAR GÜÇLÜ BERKİN ELVAN.

Kimdi Berkin Elvan?

99 yılının başlarında 5 Ocakta gözlerini açtı dünyaya Tokat-Kızıldereli babanın, Dersim'li annenin 3. evladı olarak. 2 ablası olan Berkin evin tek oğlu. Bir de en küçükleri olunca haliyle biraz haylaz ama akıllı ve zeki. 
Hayalleri olan hayata sımsıkı bağlanmış yaşıtlarından olgun. Bazen doktor olacağını söyler tüm hastalara umut olacaktır bazen öğretmen olur hayalinde , nice doktorlar, öğretmenler, avukatlar, hatta polisler yetiştirecektir. Hayallerini umutlarını onlara aşılayacak gelecek nesillere Berkin'ler katacaktır. Paylaşmayı çok sever çünkü küçücük bedeninde kocaman yürek taşır. 

Kim bilir başka ne hayalleri vardı Türkiye'nin küçük prensi Berkin'in. İsminin anlamı kadar güçlü ve sağlam Berkin'in. Kim bilir kaç hayat kurtardı hayallerinde, kim bilir kaç kişiye umut oldu. 

Bir gün ailesiyle kahvaltı yapacaktı. Herkes evde toplanmıştı. Karne almasına az kalmıştı mezun da olacaktı. Heyecanı yüzünden bile okunuyor içi kıpır kıpırdı. Ailenin en küçüğü olarak neş'e saçıyordu yine etrafına. Günlerden 16 Haziran 2013. Babalar günü...

Evde ekmek olmadığını fark etti annesi, ekmek almaya gidecekti. Kıyamazdı Berkin ne annesine ne ablalarına. Hemen kalktı yerinden "ben alırım" dedi. Çıktı Berkin evden. Saat sabahın daha 7 si. Bir sokak ötedeydi fırın. Sokakta buram buram biber gazı kokusu. Yollarda ara ara koşuşan insanlar. Tek tük. İçlerinden biri uyardı Berkin'i. Dikkatli olmasını söyledi, polisin gelişi güzel gaz fişeği attığını plastik mermi sıktığını... "Ben çocuğum bana sıkmazlar kii" dedi Berkin. Tatlı gülümsemesiyle. 

Adım adım yaklaşıyordu hayaller kurarak mezun olacaktı yeni takım elbise almış onu giyecekti ve bugün babalar günüydü heyecanı ikiye katlanmıştı. Mezuniyeti babasına  en güzel hediye olacaktı çünkü. 

Derken çocuk olduğunu dinlemeyecek olan polislerle aynı karedeydi. Sıktılar. Evet sokaktan geçen 14 yaşındaki çocuğa gaz fişeği sıktılar. Karşılarında kim olursa olsun umurlarında değildi çünkü. Adeta oyun oynuyorlardı. Kulağının hemen arkasından isabet etti Berkin'in. Olduğu yere çöktü Berkin. Eliyle tutup çekti gaz fişeğini. Neye uğradığını şaşıran Berkin'in yanına ilk gelen belki arkadaşıydı belki orada olan yine polisten kaçan biri. Kendini kaybetmeden önce söylediği son söz "Babama söylemeyin, üzülür" oldu Berkin'in. Tüm Türkiye'yi üzeceğini bilemezdi ki küçücük yüreği...

45 kiloydu Berkin bugün 16 kilo. Aradan 268 gün geçti hala yoğun bakımda hala direniyor. Çıktığında adı Berkin "Ethem" Elvan olacak. Belki öğretmen belki doktor olacak. Ama bizim küçük prensimiz kalacak. 

Dayan Berkin, güzel günler göreceğiz...


CAMEL - RAJAZ EŞLİK EDERDİ GECELERİNE

Camel - Rajaz iyi ki vardı. 
Gecenin karanlığında
Balkonlarında 
Gülmekten nefes alamayan sevgililerin
Bir an durmalarını sağlardı

Kız balkonda sigarasını içerken
Sevgilisi içeri girer
Büyülü şarkıyı açardı
Bakarlardı birbirlerine
İnanamazlardı yan yana olmalarına
Sarılır öperlerdi birbirlerini
Geleceklerini
Geçmişte kaçırdıkları her an için
Öper koklarlardı 
Özlemle

Camel-Rajaz iyi ki vardı
Mahalledeki herkes hakkında konuşabilirlerdi
Hayatları hakkında tahminlerde bulunmak
En sevdikleri şeydi
Karşı balkonda oturan yalnız adamdan
Çaprazdaki tombul ablaya kadar

Seslendirirlerdi onları
Yaşarlardı bir an için olsa
Hayatlarını...
Kendilerinin nasıl göründüğünü umursamadan
Eğlenirlerdi dünyayla
Sabahın 6sında
Biralarını içerlerdi
Umurlarında değildi dünya

Uyumazlardı
Birbirlerini uyurken özlemekten korkup
Yemek yemezlerdi
"Aşk karın doyurmaz"
Diyenlere inat.
Beslenirlerdi, sevgiyle aşkla

Gülmekten karınları ağrır
Garip garip sesler çıkarırlardı bazen 
Camel-Rajaz iyi ki vardı
Eşlik ederdi bu aşka
Eşlik ederdi gecelerine...
O büyülü melodisiyle
Büyülü gözlerine
Büyülü sözlerine
İlham olurdu
Büyülü aşklarına
Masallarına

Camel-Rajaz iyi ki var-dı.

SEVGİ YETMEZMİŞ.

"Sevginin herkesten şikayeti var" Yılmaz Odabaşı

Bir kanser hastasına anlatabilir misin bunu? Ya da bir anneye bebeğini yetiştirirken. 
Diyebilir misin "sevgi hiçbir şeyi çözmeye yetmez" diye. Sevgiyle bağlandıkları dünyayı yok edebilir misin , bunun aksini ispatlayabilir misin onlara ?

Hiç mi düşmedik çocukken kanamadı mı dizlerimiz. Koşup annemize sarıldığımızda onun sevgisi ile o an en azından dinmedi mi acımız? Kanadı hala izi kaldı belki, ama acısını almadı mı sevgi?

Herşeyi çözerken sevgi, hayata bağlarken insanları; nasıl derim ben şimdi ölümü yenebilen insana, sevgi yetmiyor. diye. Gülmez mi bana ya da kızmaz mı içinden. Hayatı sevmek değil midir bizi hayatta tutan? Sevmediğin bir yemeği kim yedirebilir sana? Ya da sevmediğin bir yere kim götürebilir seni? 

Sevginin çözemediği bir şey gösterin bana? Tek bir şey.

Gösterdiler. Sevgi, sevmeye yetmezmiş. İstemeye yetmezmiş. 

Nasıl inanırım ben buna? Önümde sevgiyle ölümü yenen insanlar varken. 

İnanç. İnanmak gerekiyor bazen evet. Ama sevginin gücüne...

İstek. İstemek. İsteksizlik. İşte buna sevginin gücü yetmez gerçekten. Çünkü isteksizlik varsa sevginin gücü zaten yoktur. 

Şımarıklık değil midir bu? Sevginin yetmeyeceğini düşünmek. Bize bahşedilmiş tüm güzelliklerin içinde sevgi varken. Sevgiyle dünyalar kurulurken. İnsanoğlu şımarıklık yapar, yetmiyor işte diyerek. Bal gibi de yetiyor. Beklemeye de, kalmaya da, umuda da... Sevginin yaşatmaya bile gücü yetiyor. 

Sevgiyle kalın. Siz onlara aldırmayın; Sevginin Gücü Herşeye Yeter.


EDEBİ, EDEBİYEN

Çok edebi bir ilişkimiz var sevgilim.
Bitişi de başlangıcı gibi edebi.
Arkadaşlarımın yorumu bile...


"Bunu çok benzettim size,
Önceden siyah günlerde mavi kuşlardınız,
Şimdi mavi günlerde, siyahlaştınız" (Başak Gürkale)

Kuş yine aynı kuş...
Edebi ilişkimizde sevgilim,
Ebediyen kalacak sevgimiz.

Siyahın İsyanı




Siyaha boyalı bir kağıttık seninle ,
Altında gökkuşağı.

9 Mart 2014 Pazar

MİLENA'NIN SIRRI

20 li yaşların sonunda bir kadındı Milena. Yaşını asla göstermeyen, bazen dünya tatlısı, bazen çekilmez bir kadın. Bazen yanından ayırmak istemez sevdiklerini sımsıkı sarılır, bazen iter nedensiz. Yalnız kalmak ister. Bazen obsesif bazen umursamaz. Yalnız kaldığında çoğu zaman ağlar, bazen ağlaması gereken yerde kalkar dans eder. Sırrının olmadığını düşünür hep, ama şunu da çok iyi bilir; en büyük sırrı kendisidir. Her gün kendine yeni lakap takardı bugünkü lakabı da buydu işte. Belki ironik olsun istemişti belki örnek... Bilinmez. Ama bugün Kafka'nın sevgilisi Milena idi.

Şafak sökmeden uyandı bugün Milena. Uyanır uyanmaz dilinde bir atasözü "En karanlık an şafak sökmeden önceki andır" (Simyacı) Yolu uzundu bugün Milena'nın. Kalkıp en güzel giysilerini giyip en güzel parfümünü sıktı. Yanına sadece ses kayıt cihazını ve mp3 çalarını aldı.  Dünden en sevdiği şarkıları atmıştı içine. Cebine de bir balon koydu. Ayçiçeği desenli. Ayna karşısında kendini incelediğinde saçlarının ne kadar uzadığını ve seyrekleşmiş olduğunu düşündü. Çünkü beynimde bir şeyler oluyor dedi gülümseyerek...

Odasından çıkıp evdeki diğer odaların kapısını tek tek açtı. İlk annesinin odasına gidecekti ama en sona bırakmayı yeğledi. Ablası ve abisi de vardı Milena'nın ama birinin evi ayrıydı diğeri de eve pek uğramazdı. Yine de açıp baktı ablasının odasına. Boş odasına... Sonra babasının odasının kapısını araladı. Ne kadar masum görünüyordu uyurken. Uzun uzun baktı Milena, uzun uzun. Düşündü. Nefret mi ediyordu babasından? Yoksa çok mu seviyordu? En çok da şu soruyu düşündü, peki o? O kızım demediği kızını seviyor muydu? Gözleri doldu Milena'nın. Çıktı hemen odasından babasının. Annesinin yanına gitti. Salonda yatıyordu annesi, hep salonda yatardı Milena kendini bildi bileli.

Annesinin kapısını açınca irkildi annesi sıçradı yataktan. Milena? dedi korkulu gözlerle. Hemen her sabah yaptığı gibi rüyasını anlatmaya başladı kızına. Gülümsedi Milena. Kabus görmüştü annesi, gözleri yaşlı. Sarıldı annesine, iyiyim merak etme dedi, hep burdayım. Nereye dedi annesi, nereye bu saatte. Gözleri doldu Milena'nın. Yola çıkıcam anne, haber vereceğim sana gittiğimde hadi uyu. Sarıldı annesine, gözyaşları karıştı birbirine. 

Nihayet çıktı Milena evden. Gerçekten yolu uzundu. Öncelikli olarak 22 km yürüyecekti. Sonrası daha uzundu. Taktı kulaklığını kulağına. En sevdiği şarkılardan biriyle başladı yolculuğuna. Gülümsedi, şarkıda diyordu ki "eğer beni seversen seni dünyamın yıldızı yaparım ve benim yolumu aydınlatırsın" gökyüzüne baktı yıldızını arıyordu. Ama gün aymaya başlamıştı artık. Kuş seslerini duymak için müziğin sesini kısıp yürümeye devam etti. 

Hayalleri vardı Milena'nın. Çok fazla hayalleri. Bunları unutmamak için defter tutardı hatta. Bu hayallerinden biri uzun yolculuğuna eşlik edecek olan "dönme dolap"tı... Hiç bilmediği yollardan gitmeye karar verdi Milena. Keşfetmesi gerekiyordu dünyayı olabildiğince. Ara sokaklardan yürürken çocukluğuna döndü. Şuan yürüdüğü o beton yığınları dolu sokaklardan geçerken büyüdüğü gecekondu mahallesini düşündü. O samimi ortamlar yoktu artık. Mırıldandı kendi kendine "ağaçları kesiyorlar sevgilim, yerine betonları dikmek için."
Elbette yanında sevgilisi yoktu, zaten bir sevgilisi de yoktu. 

Çocukluğunu düşündü, çocukluk arkadaşlarını, okulunu, evini. Çatısından su akan evlerinden en büyük heyecanı zevki çatı arasına çıkmaktı. Oradan da çatıya çıkar gökyüzüne yakın olduğunu sanıp heyecanla yatardı saatlerce orada. Ne annesi ne babası ne kardeşleri ne de yaşıtları anlayamazdı Milena'yı. Çok değişik istekleri hayalleri vardı. Diğerlerinden farklı konuşurdu büyümüş de küçülmüş gibiydi. Bu dünyaya ilk defa gelmiş olamazdı. Ay ile konuşurdu , dünyanın sonuna gitmek isterdi. Yükseklikten çok korkar ama uçmayı isterdi. Okumayı söker sökmez kitaplar aldırmıştı kendisine kahvaltı da bile kitap okurdu. Hiç çalışkan bir öğrenci olmadı bunun aksine. En sevdiği ders matematikti. Farklıydı Milena, farkının farkında olabilecek kadar farklıydı üstelik. Bu onu öncelerde korkuturdu daha sonra bunun ona bahşedilmiş bir özellik olduğunu düşünmeye başladı. Uyumanın zaman kaybı olduğunu düşünüp 2 günde 1 uyur , sürekli okurdu. Hayatın bir anlamı olmalıydı ve herkesin dünyaya gönderilme nedeni. Bununsa bir yerde cevabı olmalıydı Milena da bunu çözmeliydi. "Milena neden gelmişti dünyaya, misyonu neydi?"

Ailesi ona bu konuda yardım etmekten çok, desteklememişlerdi bile. Ablasına göre piskopattı üstelik. Babasını çok seven omzundan inmeyen abisine aşık bir çocukluk geçirdi Milena ta ki bir gün gecenin bir vakti annesini babasının elinde kanlar içinde görene kadar. Abisi ve ablası uyuyor numarası yaparken , küçücük boyuyla araya girip annesine sarılmaya çalıştı Milena. Devirdiği koltukların altında kaldı. O ağırlığı aradan geçen 23 seneye rağmen taşıdı durdu Milena. 

Dönme dolap hayalinin belki de buradan geldiğini yürüdüğü yol boyunca düşündü. Çünkü babası ne zaman annesiyle kavga etse annesini dövse Milenayı Lunaparka götürürdü. Annesiyle kalmak isterdi  ama korkardı karşı çıkmaya babası ya onu da döverse diye. Dönme dolaba hiç binmemişti . Yoksa binmişmiydi babasıyla? Bu soru aklına gelince yıkıldı Milena. İlk kaldırıma oturup, bir sigara yaktı. Hafızasını zorladı, zorladı, zorladı. Hatırlayamadı. Ama bu olmamalıydı çünkü dönme dolaba, en önem verdiği insanla binecekti. Daha fazla düşündükten sonra buldu nedeni. Babası ile hemen hemen her oyuncağa binmişti Milena babasının annesini dövdüğü zamanlarda. Dönme dolap hariç. O yüzden hep özel insanı bekledi dönme dolaba binmek için. Mırıldandı yine, bu belki de annem olmalıydı. Derin derin çekti sigarasını. Yanına yaklaşan kediyi sevdi sonra kalkıp devam etti yürümeye, düşünmeye ve düşündüklerini ses kayıt cihazına kaydetmeye. 

Saatler süren yolculuğu sonrasında sonunda geldi Lunaparka. Dönme dolabın önüne geldi, bir çay alıp en sevdiği şarkıyı açıp oturdu bir banka. İzledi bomboş dönen dönme dolabı. Hayalleri sanki gerçekleşmiş gibi gözlerinin önünden geçti. Gelinlikle yanında sevdiği adamla dönme dolaba doğru koşuyordu. Birden annesini gördü hayalinde kanlar içinde yüzüyle. Babası arkasında. Gözyaşlarına hakim olamadı. Ard arda defalarca çay içti aynı şarkıyı dinledi durdu. Sigara paketinin neredeyse bittiğini farketti. Üzerindeki bembeyaz elbisede bir iki damla kan belirdi. Burnu kanıyordu yine. Gülümsedi, beynimi çok yoruyorum dedi.

Sevdiği adamı düşündü. Göz pınarlarında biriken yaşla beraber gülümsedi. "Kafka'm" dedi. Milena'nın Kafka'sı... Bir kaç kişiyi sevdi Milena ömründe, ama sadece ona aşık olmuştu. En çok da onu üzmüştü. Çok özlüyordu Milena Kafka'sını. Nefesi gibi yoksa alamıyordu nefes. Hep yarımdı. Gözlerini elinin tersiyle silerek en sevdiği cümlelerden birini mırıldandı "if i could fly,sevgili". Yürümeye başladı dönme dolaba doğru. Kafka'sı oradaydı sanki yüzünde garip bir huzur bir heyecanla. 3 jeton aldı Milena ve başladı dönmeye dolap. Evet sonunda binmişti. Sürekli kaydediyordu bir şeyler. Hiç bu kadar heyecanlanmamıştı tek başınaydı koskoca dönme dolapta. Görevliden bir şey rica etmekte hak gördü o yüzden kendinde. En tepeye geldiğinde durdurmasını. Özellikle 3. turda.

3.turda heyecandan kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Bir şarkı açtı kendine yolculuğuna eşlik etsin diye. Kayıt cihazına sevdiği herkes için bir şeyler söyledi. Gün doğmuştu artık güneş gözlerini alıyordu. En tepeye geldiğinde görevli amca durdurdu dolabı el sallayarak teşekkür etti Milena. Cebinden balonunu çıkarıp şişirdi bileğine bağladı. Dinlediği şarkıyı tekrar başa aldı. Kollarını açıp durdu gökyüzüne baktı bulutları izledi. Yüzünde garip bir huzur ve gülümsemeyle.

Tam o sırada annesi yatağından fırladı kan ter içinde ve yastığının altındaki telefonu çaldı Milena'nın. Kafka'sı arıyordu. Ulaşamayınca mesaj bıraktı Milena'sına. 

"Seni çok özledim sevgilim, beni affet"

Bıraktı kendini Milena boşluğa. Teninde rüzgar. Dilinde dinlediği şarkının bir sözü ile son sözünü kaydetti hayata.

"Artık özgürüm ve öyle yalnızım ki..."

7 Mart 2014 Cuma

AŞKIN CİVA İLE İLİŞİĞİ/AŞK'A MEKTUP


  • Aşk hani içinde büyüyen bir şey... Sonra birini görüyor ona doğru akmayı bekleyen bir su gibi. Hatta damarlarında dolaşan bir civa gibi. Zehirli olabiliyor çıkmayınca vücudundan, yakıyor, çok yakıyor... Dokunmamak lazım bazen belki de. Öyle düşünüyorsun en azından damarlarında hissettiğinde. Ama bunun içinde kaldığı zamanlardaki zehri, seni yalnızlaştırıyor. Seni soyutlaştırıyor . Kalabalıklar içinde kendi sesinin yankısında boğuyor seni. Ama kimse duymuyor. Sonra inanıyorsun, o hep içinde kalacak kimseye yakışmayacak. O kadar bütünleşiyorsun ki acı da verse. Bir aşk var içinde acıtıyor seni olgunlaştırıyor bir nevi .

    Sonra hayatına birileri giriyor. Her seferinde harekete geçeceğini düşünüyorsun istemsiz. Olmuyor geçmiyor derinine iniyor git gide. O damarlarında akan aşk , her hayatına girenle damarlarından çekiliyor. O heyecan gidince anlamıyorsun ne olduğunu... Kaybediyorsun onu... Hırçınlaşıyorsun kendine karşındakine karşı. En çok da aşka. Diyorsun ki "zaten acı veren bir şeydi" aslında yaşamamıştın nereden bilecektin ki acı verdiğini diye düşüneceksin, düşünür insan. Düşündüm hatta yazıp ben de sildim. Ama yaşamadığın bir şeyi yaşatıyordu sana aşk. O damarlarındaki civamsı aşk. Nasıl mı? Bir filmde, bir şarkıda, bir kitapta, bir güzel sözde... Bazen bir bebek gülümsemesinde, bazen bir kusun kanadında hatta bazen bir kelebeğin parmağına konmasında! Çıkıyordu meydana "işte bu, işte bu benim!" diyordu... Ama karşısına kim cıksa derine de gidiyordu, yavru ürkek bir köpek gibi.
    Ve herkesten kaça kaça alıştırmıştı kendini aslında var olmayan bir şey olduğuna. İnanmak istemiştim aslında. Aşkı sormuştu bir gün üniversiteden bir arkadaş. Gözlerimin önünde o an. İskelede oturuyorduk 5-6 arkadaş konu "aşk". Elimde bira ayaklarım denize doğru sallanıyor. Gözlerim ufukta. Tenimde Çanakkale'nin nemi... "Aşk sence nedir" dedi. Baktım sadece birkaç saniye, sonra gözlerimi yeniden çevirdim baktığım yöne ve sadece kustum. Biradan daha 3-5 yudum almıştım. Şaşırdılar. "Peki hiç aşık oldun mu?" dedi aradan 2-3 dk geçtiğinde. Yine aynı şey oldu... Gülüştüler, ama ben o zamanda biliyordum dışarı çıkmaya çalışıyordu o... Bak buradayım diye bak beni soruyorlar diye! Varım diyordu... Yeniden akmaya çalışıyordu damarlarımda o yakıcı civamsı aşk...
    Şimdi artık bağlamam lazım konuyu biliyorum yazdıkça yazasım da geliyor. Gelelim ama ; ben bastırdıkça o cıktı daha güçlenerek , kimseye doğru akamadı... Ben engel oldum kimi zaman, kimi zaman o buna tenezzül bile etmedi. Sana doğru gelmeye başlamış zamanında onu anladım. Yakmış bi içimi... Neden melankoliğim, neden eski şarkılara daldım ... Neden Epica neden Nightwish neden Anathema Pentagram, Tot, wt. Çünkü onlar sertti onlar bastırdı hep onu o zamanlarda o da o kadar alışmıştı ki bu duruma, katlanarak büyümüş meğer içimde... Seni bekleyerek! Bu şarkılarla beslemişim ben aşkı içimde o dönemde... Sana gelmek istemiş bastırmışım....


  • Şuan melankoliğim şuan o şarkılara daldım çünkü besleyeceğimi düşünüyorum belki yine bu şekilde, ama şuan korkularım var evet. Sana doğru aktı o civamsı sandığım aşk. Mavi civa! Bir kuş olup çıktı içimden... Ama yakmadan çıktı sandığım gibi değildi... Neden korkuyorum o zaman? Ya yakarsa bu sefer içimde de değil... Ya kocaman olur kontrolümden çıkar tüm dünyamı yakarsa? Zehirlerse... Civa olursa! Gardımı ilk defa alamadım ben. Ben kimseye böyle şeyler yazmadım mesela... Herşeyi geçtim, ya seni de yakarsa. Bir kuş olup uçup giderse civasını bırakarak. Benim için bu kadar özelken ya senin için olmazsa yıllardır içimde sakladığım o müthiş duyguyu ya sen yok edersen rahat ol diyeceksin aslında rahatım sana aktı bıraktım kendimi ama bazen gelip ucundan elime değip yakıp gidiyor tadıma bak unutma dercesine.

    Çok seviyorum seni ama bizi yakmak istemiyorum.


5 Mart 2014 Çarşamba

Bir olgunluk çöktü üzerime,
"Hadi canım! Bunu sen mi yaptın?" diyenlere;
Sadece gülümsüyorum...