20 Haziran 2014 Cuma

Aidiyet!

Bu dünyaya bu hayata ait değilim, olmadığımı düşünüyorum; bu nasıl anlatılır? Hangi betimleme, hangi edebi akım bunu dile getirmeye yeter? Retoriğin sınırlarını ne kadar zorlasam da başarılı olunamayacak bir duygu belki olgu...

Bir gök kuşağının tepesinde yaşayan bir peri olsaydım mesela, tek yoldaşım renkler olsaydı, yağmurun ardından çıkan.

Ya da bir bulut olsaydım, dağıldıkça şekil değiştiren. Herkes ne görüyorsa o olsaydım. Hoş insan da bir nevi öyle değil midir? "Ne renk olursa olsun kaşın gözün, karşındakinin gördüğüdür rengin" Kendini ne kadar anlatsan da anlamazlar ya hani bazen. Yalnızsındır hep işte en çok o zamanlarda. Bir ok gibi saplanır yüreğine, anlaşılamamak. Bu yüzdendir bu dünyaya ait olmadığımı düşünmelerim. Ne dersem diyeyim anlaşılamamak. Seviyorum diye haykırsam bile bencillikle suçlanmak. Sevmeler ne zamandır bencillikle nitelendirilir oldu, ben zamanın neresindeyim? Sevgi nereye gidiyordu ? Dostluk kalmış mıydı? Güven mesela güvensizlik en büyük problemim olmuşken , bir zerre bile olsa güven vereni arıyor olmak ironik!


Ait değilim işte, doğruyla yanlışı savaştıran bu toplumda; mutlak doğrunun olmadığı bir hayat sürerken bazı insanların diktatör gibi bir düşünceyi kabul ettirme çabalarını kabul edemiyorum. 

İnsanların artık gülümsememelerini, çıkar çatışmalarını, ego tatminlerini, sevgiyi harcama şekillerini, insanları kullanmalarını, hayal kırmayı meziyet sananları, saygısızları, anlayışsızlıkları, bazen kendimi kabullenemiyorum. 

Mızıkamı getir atlı, dünyanın sesi kısılmış! Fırçamı da getir rengi solmuş insanlar var

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder