9 Mart 2014 Pazar

MİLENA'NIN SIRRI

20 li yaşların sonunda bir kadındı Milena. Yaşını asla göstermeyen, bazen dünya tatlısı, bazen çekilmez bir kadın. Bazen yanından ayırmak istemez sevdiklerini sımsıkı sarılır, bazen iter nedensiz. Yalnız kalmak ister. Bazen obsesif bazen umursamaz. Yalnız kaldığında çoğu zaman ağlar, bazen ağlaması gereken yerde kalkar dans eder. Sırrının olmadığını düşünür hep, ama şunu da çok iyi bilir; en büyük sırrı kendisidir. Her gün kendine yeni lakap takardı bugünkü lakabı da buydu işte. Belki ironik olsun istemişti belki örnek... Bilinmez. Ama bugün Kafka'nın sevgilisi Milena idi.

Şafak sökmeden uyandı bugün Milena. Uyanır uyanmaz dilinde bir atasözü "En karanlık an şafak sökmeden önceki andır" (Simyacı) Yolu uzundu bugün Milena'nın. Kalkıp en güzel giysilerini giyip en güzel parfümünü sıktı. Yanına sadece ses kayıt cihazını ve mp3 çalarını aldı.  Dünden en sevdiği şarkıları atmıştı içine. Cebine de bir balon koydu. Ayçiçeği desenli. Ayna karşısında kendini incelediğinde saçlarının ne kadar uzadığını ve seyrekleşmiş olduğunu düşündü. Çünkü beynimde bir şeyler oluyor dedi gülümseyerek...

Odasından çıkıp evdeki diğer odaların kapısını tek tek açtı. İlk annesinin odasına gidecekti ama en sona bırakmayı yeğledi. Ablası ve abisi de vardı Milena'nın ama birinin evi ayrıydı diğeri de eve pek uğramazdı. Yine de açıp baktı ablasının odasına. Boş odasına... Sonra babasının odasının kapısını araladı. Ne kadar masum görünüyordu uyurken. Uzun uzun baktı Milena, uzun uzun. Düşündü. Nefret mi ediyordu babasından? Yoksa çok mu seviyordu? En çok da şu soruyu düşündü, peki o? O kızım demediği kızını seviyor muydu? Gözleri doldu Milena'nın. Çıktı hemen odasından babasının. Annesinin yanına gitti. Salonda yatıyordu annesi, hep salonda yatardı Milena kendini bildi bileli.

Annesinin kapısını açınca irkildi annesi sıçradı yataktan. Milena? dedi korkulu gözlerle. Hemen her sabah yaptığı gibi rüyasını anlatmaya başladı kızına. Gülümsedi Milena. Kabus görmüştü annesi, gözleri yaşlı. Sarıldı annesine, iyiyim merak etme dedi, hep burdayım. Nereye dedi annesi, nereye bu saatte. Gözleri doldu Milena'nın. Yola çıkıcam anne, haber vereceğim sana gittiğimde hadi uyu. Sarıldı annesine, gözyaşları karıştı birbirine. 

Nihayet çıktı Milena evden. Gerçekten yolu uzundu. Öncelikli olarak 22 km yürüyecekti. Sonrası daha uzundu. Taktı kulaklığını kulağına. En sevdiği şarkılardan biriyle başladı yolculuğuna. Gülümsedi, şarkıda diyordu ki "eğer beni seversen seni dünyamın yıldızı yaparım ve benim yolumu aydınlatırsın" gökyüzüne baktı yıldızını arıyordu. Ama gün aymaya başlamıştı artık. Kuş seslerini duymak için müziğin sesini kısıp yürümeye devam etti. 

Hayalleri vardı Milena'nın. Çok fazla hayalleri. Bunları unutmamak için defter tutardı hatta. Bu hayallerinden biri uzun yolculuğuna eşlik edecek olan "dönme dolap"tı... Hiç bilmediği yollardan gitmeye karar verdi Milena. Keşfetmesi gerekiyordu dünyayı olabildiğince. Ara sokaklardan yürürken çocukluğuna döndü. Şuan yürüdüğü o beton yığınları dolu sokaklardan geçerken büyüdüğü gecekondu mahallesini düşündü. O samimi ortamlar yoktu artık. Mırıldandı kendi kendine "ağaçları kesiyorlar sevgilim, yerine betonları dikmek için."
Elbette yanında sevgilisi yoktu, zaten bir sevgilisi de yoktu. 

Çocukluğunu düşündü, çocukluk arkadaşlarını, okulunu, evini. Çatısından su akan evlerinden en büyük heyecanı zevki çatı arasına çıkmaktı. Oradan da çatıya çıkar gökyüzüne yakın olduğunu sanıp heyecanla yatardı saatlerce orada. Ne annesi ne babası ne kardeşleri ne de yaşıtları anlayamazdı Milena'yı. Çok değişik istekleri hayalleri vardı. Diğerlerinden farklı konuşurdu büyümüş de küçülmüş gibiydi. Bu dünyaya ilk defa gelmiş olamazdı. Ay ile konuşurdu , dünyanın sonuna gitmek isterdi. Yükseklikten çok korkar ama uçmayı isterdi. Okumayı söker sökmez kitaplar aldırmıştı kendisine kahvaltı da bile kitap okurdu. Hiç çalışkan bir öğrenci olmadı bunun aksine. En sevdiği ders matematikti. Farklıydı Milena, farkının farkında olabilecek kadar farklıydı üstelik. Bu onu öncelerde korkuturdu daha sonra bunun ona bahşedilmiş bir özellik olduğunu düşünmeye başladı. Uyumanın zaman kaybı olduğunu düşünüp 2 günde 1 uyur , sürekli okurdu. Hayatın bir anlamı olmalıydı ve herkesin dünyaya gönderilme nedeni. Bununsa bir yerde cevabı olmalıydı Milena da bunu çözmeliydi. "Milena neden gelmişti dünyaya, misyonu neydi?"

Ailesi ona bu konuda yardım etmekten çok, desteklememişlerdi bile. Ablasına göre piskopattı üstelik. Babasını çok seven omzundan inmeyen abisine aşık bir çocukluk geçirdi Milena ta ki bir gün gecenin bir vakti annesini babasının elinde kanlar içinde görene kadar. Abisi ve ablası uyuyor numarası yaparken , küçücük boyuyla araya girip annesine sarılmaya çalıştı Milena. Devirdiği koltukların altında kaldı. O ağırlığı aradan geçen 23 seneye rağmen taşıdı durdu Milena. 

Dönme dolap hayalinin belki de buradan geldiğini yürüdüğü yol boyunca düşündü. Çünkü babası ne zaman annesiyle kavga etse annesini dövse Milenayı Lunaparka götürürdü. Annesiyle kalmak isterdi  ama korkardı karşı çıkmaya babası ya onu da döverse diye. Dönme dolaba hiç binmemişti . Yoksa binmişmiydi babasıyla? Bu soru aklına gelince yıkıldı Milena. İlk kaldırıma oturup, bir sigara yaktı. Hafızasını zorladı, zorladı, zorladı. Hatırlayamadı. Ama bu olmamalıydı çünkü dönme dolaba, en önem verdiği insanla binecekti. Daha fazla düşündükten sonra buldu nedeni. Babası ile hemen hemen her oyuncağa binmişti Milena babasının annesini dövdüğü zamanlarda. Dönme dolap hariç. O yüzden hep özel insanı bekledi dönme dolaba binmek için. Mırıldandı yine, bu belki de annem olmalıydı. Derin derin çekti sigarasını. Yanına yaklaşan kediyi sevdi sonra kalkıp devam etti yürümeye, düşünmeye ve düşündüklerini ses kayıt cihazına kaydetmeye. 

Saatler süren yolculuğu sonrasında sonunda geldi Lunaparka. Dönme dolabın önüne geldi, bir çay alıp en sevdiği şarkıyı açıp oturdu bir banka. İzledi bomboş dönen dönme dolabı. Hayalleri sanki gerçekleşmiş gibi gözlerinin önünden geçti. Gelinlikle yanında sevdiği adamla dönme dolaba doğru koşuyordu. Birden annesini gördü hayalinde kanlar içinde yüzüyle. Babası arkasında. Gözyaşlarına hakim olamadı. Ard arda defalarca çay içti aynı şarkıyı dinledi durdu. Sigara paketinin neredeyse bittiğini farketti. Üzerindeki bembeyaz elbisede bir iki damla kan belirdi. Burnu kanıyordu yine. Gülümsedi, beynimi çok yoruyorum dedi.

Sevdiği adamı düşündü. Göz pınarlarında biriken yaşla beraber gülümsedi. "Kafka'm" dedi. Milena'nın Kafka'sı... Bir kaç kişiyi sevdi Milena ömründe, ama sadece ona aşık olmuştu. En çok da onu üzmüştü. Çok özlüyordu Milena Kafka'sını. Nefesi gibi yoksa alamıyordu nefes. Hep yarımdı. Gözlerini elinin tersiyle silerek en sevdiği cümlelerden birini mırıldandı "if i could fly,sevgili". Yürümeye başladı dönme dolaba doğru. Kafka'sı oradaydı sanki yüzünde garip bir huzur bir heyecanla. 3 jeton aldı Milena ve başladı dönmeye dolap. Evet sonunda binmişti. Sürekli kaydediyordu bir şeyler. Hiç bu kadar heyecanlanmamıştı tek başınaydı koskoca dönme dolapta. Görevliden bir şey rica etmekte hak gördü o yüzden kendinde. En tepeye geldiğinde durdurmasını. Özellikle 3. turda.

3.turda heyecandan kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Bir şarkı açtı kendine yolculuğuna eşlik etsin diye. Kayıt cihazına sevdiği herkes için bir şeyler söyledi. Gün doğmuştu artık güneş gözlerini alıyordu. En tepeye geldiğinde görevli amca durdurdu dolabı el sallayarak teşekkür etti Milena. Cebinden balonunu çıkarıp şişirdi bileğine bağladı. Dinlediği şarkıyı tekrar başa aldı. Kollarını açıp durdu gökyüzüne baktı bulutları izledi. Yüzünde garip bir huzur ve gülümsemeyle.

Tam o sırada annesi yatağından fırladı kan ter içinde ve yastığının altındaki telefonu çaldı Milena'nın. Kafka'sı arıyordu. Ulaşamayınca mesaj bıraktı Milena'sına. 

"Seni çok özledim sevgilim, beni affet"

Bıraktı kendini Milena boşluğa. Teninde rüzgar. Dilinde dinlediği şarkının bir sözü ile son sözünü kaydetti hayata.

"Artık özgürüm ve öyle yalnızım ki..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder